12 Ağu Gözümün İçine Bakar Mısın?
Bir süredir kaleme almak istediğim bir çok konu var. Bazen defterime, bazen telefonuma minik minik notlar düşüyorum. O notlardan bir tanesiydi; sağlık üzerine, doktorların seçtiği iletişim dili üzerine yazı yazmak. İşte bugün bu konuyu kaleme almak şart oldu. Çünkü hayat yine tatsız bir sürpriz yaptı. Yakın bir arkadaşım acilen hastaneye kaldırıldı. Bir süreliğine hastane sayfasını açacağımız bir süreç bizi bekliyor belli ki. Dünden beri derin düşünceler içindeyim ve biraz ses vermek istedim.
Nereden başlasam onu da bilemedim ama.
Ey sevgili doktorlar; siz çok ulusunuz, siz çok önemlisiniz, iyi ki varsınız. İyi ki hepimizden akıllıydınız, zekiydiniz, matematik ve fen biliyordunuz. İyi puanlar aldınız ve tıp fakültesine girdiniz. Ama tüm o zorlu süreçleri geçerken, sınavlara çalışırken, doktor olmayı hayal ederken, esas işininizin “İNSAN” olduğunu öğrenseydiniz. Sosyal becerilerinizi köreltmeseydiniz
Hastalık geçirmeyen bilemez elbet ama hastaysan, bir de bilinçli bir hastaysan, hem gerçekleri duymak istiyorsun hem de doktorunla bir bağ kurmak istiyorsun. Asıl olan ne biliyorsunuz siz de. Aslolan “İLETİŞİM” Doktorum bana gerçekleri söylesin ama o gerçekleri umut dolu söylesin. Beni anlasın. Annemi anlasın, babamı anlasın, tüm sevdiklerim yanımda, onları anlasın. Biz böyle bir süreçle ilk defa karşılaşıyoruz. Sen doktorsun, bilen sensin. Şu an senin yapacağın açıklamalar kaç kişiyi nasıl etkileyecek farkında mısın? Gözümün içine baksın, tetkiklerin niçin yapıldığını anlatsın. Başıma kötü şeyler gelmiş olabilir. Bunun normal olduğunu ve tedavisinin mümkün olduğunu anlatsın. Benim duygumu anlasın. Sadece yaptırdığı tetkiklere bakarak, yüzüme bakmayarak, hele hele açıklama hiç yapmayarak sen bana nasıl şifa olabilirsin. Artık ben de biliyorum, tahlilleri okumayı. WBC’lerin HGB’lerin ne olduğunu biliyorum. O yüzden bana tahlilleri okuma. Benim gözümün içine bak. Yumuşak bir ses tonuyla olasılıkları söyle, tedavi sürecimi lütfen teker teker açıkla. Bu süreçte beni bekleyen zorluklar olabilir. Bu zorlukları büyüterek anlatma. Hiç biri senin söylediğin gibi olmadı çünkü. İnsan’ın iyileşme potansiyelinin sonsuz olduğunu bil ve bunu destekleyecek sözler söyle bana. Gözlerin, yüzün, elin, kolun beni önemsediğini hissettirsin bana. Hele boş gözlerle hiç bakma. Gözlerin gülümsesin. Elin annemin, babamın omzuna dokunsun ve her şey çok iyi olacak çıksın ağzından. İşte bu kadar basit sözler ve beden dili, o tedavi sürecini kat ve kat olumlu etkiliyor. Bunu bil ve bunu küçümseme…
Dün arkadaşım diyor ki, ben bu doktorla bağ kuramadım, bana bir şey açıklamıyor. İşte ne kadar önemli. Çok iyi bir doktor olabilirsin, ama hastanla doğru iletişimi kuramıyorsun ve kimse sana güven duymuyor. Sen, hastanın anlayacağı bir dilde açıklama yapmakla sorumlusun. Korku yaratmadan, umut kırmadan olacakları açıklamakla sorumlusun. Önündeki kağıtlara bakarak, bana konulan teşhisi söyleyemezsin. Gözümün içine bakar mısın? Yumuşak bir ses tonu seçer misin? Bu sürecin nasıl geçeceğini söyler misin? Sana güven duymamı, en önemlisi hastanın kendine güven duymasını sağlar mısın?
Şu egosu yüksek doktorlarımıza bu bilgileri nasıl aktarmalı, hatırlatmalı, bir çare bulmalı. Çok sevdiğim hocam Dr. Zerrin Başer’in de 2 hekim arkadaşıyla kaleme aldığı “Yeni İnsan” kitabı geliyor aklıma. Hem hastaların, hem hasta yakınlarının hem de tüm doktorların okuması gereken bir kitap. Lütfen edinin ve de hediye edin.
İnsan bedeni iyileşmeye ayarlıdır. Umut da iyileşmenin ilk basamağıdır. Umudu yeşerten, tohumlayan da doktarlardır. O nedenle, doktorlarımızın daha çok “insan” odaklı olması dileklerimle, ben biraz güzel hayaller kuracağım.
Kalın sağlıcakla…